Bireysel ve Toplumsal Travmalar-II
Kitaba erişim için tıklayınız.
Oedipus'a gidelim.
Oedipus'un öyküsünü, bu defa, salt bireysel bir anlatı olarak değil, Oedipus'un da parçası olduğu bir toplum ve tarih bağlamında, mitin bireysel odağını birazcık kolektif olana kaydırarak yeniden okuyalım.
Oedipus: Şehrin her yanında günlük dumanları tütüyor, iniltiler, dualar yankılanıyor.
Bu durumun nedenini iyice anlayabilmek için, haberciler göndermedim, tuttum kendim geldim buraya, bendeniz herkesin yakından tanıdığı Oedipus.
Rahip: Ey ülkemizin efendisi Oedipus! Görüyorsun her yaştan insan geldik burada sunağının önünde diz çöktük.
Buradakiler, kanatlarını açıp uzaklara uçamayanlar ve beli bükülmüş yaşlılar. (...)Oedipus: Şehrin her yanında günlük dumanları tütüyor, iniltiler, dualar yankılanıyor.
Bu durumun nedenini iyice anlayabilmek için, haberciler göndermedim, tuttum kendim geldim buraya, bendeniz herkesin yakından tanı¬dığı Oedipus.
Rahip: Ey ülkemizin efendisi Oedipus! Görüyorsun her yaştan insan geldik burada sunağının önünde diz çöktük.
Buradakiler, kanatlarını açıp uzaklara uçamayanlar ve beli bükülmüş yaşlılar. (...)
Senin de gördüğün gibi şehir, ölümcül fırtınalardan başını kaldıramıyor; bir yandan toprakta olgunlaşan ürünler, öbür taraftan otlak¬taki sürüler ölüyor, kadınlar çocuk doğuramıyor.
Geldi çöktü şehrin üzerine bir tanrı; sıtmanın alevini saçtı her yana, korkunç bir veba.
Bu yüzden Kadmos’un şehri boşaldı, karanlık Hades iniltilerle, ağıt¬larla doldu.
Bu yüzden ben ve bu çocuklar burada oturduk sana yakarıyoruz.
Oedipus: Hepiniz her ne kadar acı çekseniz de hiçbiriniz benim hisset¬tiğim acıyı bilemezsiniz.
Çünkü, her birinizin kendi payına ayrı ayrı düşerken acı, benim yüreğim hem bütün bir şehir için, hem senin için, hem de kendim için sızlıyor. Beni rahat bir uykudan uyandırmadınız; çok gözyaşı döktüğümü, aklımda ne çok düşünceler döndüğünü bilin.
Psikanalizin kurucu miti, Oedipus'un öyküsü, psikanaliz açısından, oedipal karmaşayı yansılamasından öte anlamlar taşır. Hatta bireysel ve toplumsal travma bağlamında da bize birçok önemli ipucu sunabilir. Freud, Düşlerin Yorumu'nda, Oedipus'un seyrini psikanalitik bir sürece benzetir:
"Oyunun akışı, ustalıklı gecikmeler ve durmadan artan heyecanla, Laius’un katilinin Oedipus'un kendisi ve ayrıca onun öldürülen adamla Jocasta'nın oğlu olduğunun ortaya çıkarılması sürecinden - bir psikanaliz çalışmasına benzetilebilecek bir süreçten- başka bir şey değildir."
Öyleyse, tüm gelgit ve içsel çelişkilerine rağmen, hakikat tutkusu ile yoluna devam eden Oedipus, analist analizan çiftinin mitolojik temsilidir. Oyunun başlangıcı -yani analitik çifti ve psikanalitik süreci hareke¬te geçiren- ise, Oedipus'un şehri saran felaketi duyması, yaşanan acıya ve çığlıklara kulak vermesi ve sorumluluk duyarak sarayının dışına çıkmasıdır (haberciler göndermedim, tuttum kendim geldim buraya). Analizin başlangıcı, bireyselin toplumsal ile karşılaştığı yerdedir. O zaman, yaşadığımız topraklarda türlü felaketler etrafımızda dolanırken, iniltiler ve ağıtlar yükselirken, psikanalistler "odalarına" kapalı kalabilirler, ufuklarını bu odanın duvarları ile sınırlayabilirler mi? Bu müm¬kün mü? Mümkün ise bu kapalılıkta analitik bir çalışma hakkıyla sürdürülebilir mi?
“Tanrıların dediğine göre, bir cinayet yüzündenmiş bu çektiklerimiz.”
Bir cinayet yüzünden. Freud toplumsalın başına temel bir emri koyuyordu: "Öldürmeyeceksin!" Uyanmakta olan bir vicdanın ilk ve en önemli yasağı buydu. Toplumsal, bunun üzerine yapılanacaktı. Bir cinayetin hakkıyla ele alınmaması, hakikatin hakkıyla ortaya konulmaması, ölenin hakkıyla gömülmesine engeldi. Bu, vicdanın ve dolayısıyla toplumsalın çöktüğü andı. Anlaşılan, kente ölümcül fırtınalarla, felaketle, ölüm ve kısırlıkla, ateşli bir sıtma, korkunç bir veba ile dönen bilinçdışı suçluluktu. Herkesi etkiliyor, herkese bulaşıyordu. Çünkü, türlü yollar ve dolayımlarla temas eden herkes, olanlardan sorumlu idi. Kolektif olmak, bulaşmak ve sorumlu olmaktı. Cinayeti işleyen Oedipus'tu. Ancak suçlu, salt O değildi. Laius'un cinayetinin peşine ciddi ve kararlı biçimde düşmeyen, sessiz kalan ve unutan, hatta Oedipus'un krallığında sağladıklarından beslenen, tüm Kadmos'un şehri idi.
Oedipus'un bastırması ve inkârı ancak toplumsal bir inkâr ile -ki oyunun ayrıntıları, burada açamayacağım ama bu gerçeğe gizil göndermelerle doludur- mümkün olmuştu. Oedipus bu gerçeği, oyun boyunca dile getiriyordu:
Oedipus: Cinayet hakkında hiç araştırma yapmadınız mı?
Oedipus: Bu kâhin, [cinayeti kastederek] kehanetlerde bulunmuyor muydu o zamanlar?
Oedipus: Hangi felaketmiş sizi, kralınızın öldürüldüğü zaman bu davanın peşine düşmekten alıkoyan?
Bireyin inkâr ve bastırmaları ancak toplumsal bir işbirliği ile sürdürülebilirdi. Bireysel düzeydeki savunmalar, toplumsalın bireysele eklemlenmesi ile mümkündü. Oyunun/mitin saklı bir mesajı da sanki buydu. Bir cinayet (ve ensest) ancak ortak bir sessizlik içinde işlenebilirdi, kolektif bir sessizlikte saklanabilirdi. İşte, Oedipus'u, psikanalitik bir çalışmanın, analitik çiftin temsili kılan, -Freud'un vurgusunu bir adım daha ilerleterek söylersek- bireysel olduğu kadar toplumsal olan, hatta bireysel olanaklılığı ancak toplumsal uylaşım ile mümkün kılınabilmiş, bu bastırma ve inkârın, cinayet karşısında bu sessizliğin peşine düşmesidir.
Oedipus: O halde bu davayı başından ele alıp gün ışığına çıkaracağım.
Freud, Oedipus'un bu tutkusunu yansılar gibi, psikanalisti psikanalist kılan önemli bir arzusunun gerçeği arama, gün ışığına çıkarma tutkusu olduğunu belirtir. Peki o zaman, bir değil Bin cinayetin içinde yaşarken, öldürme tutkusu ile kendinden geçenlere tanıklık ederken, Oedipus'un soydaşı psikanalistler, gerçek karşısında sessiz kalabilirler mi? Sessizlikle psikanalist kalabilirler mi?
Kadmos'un şehrini saran vebayı düşünürken, bu topraklarda yıllardır, yüzyıllardır yaşananlar aklıma geliyor. Toplumsal düzeyde uyumculuk ve sessizlik, "susmak ortak olmaktır" deyişi geliyor. Bunların bitmiyor olması; kuşaklararası, kuşaklarötesi bulaşması/bulaştırılması aklıma geliyor. Oedipus'u ilgilendiren bu veba, psikanalistleri ilgilendirmiyor, odalara sızmıyor, analitik alana bulaşmıyor olabilir mi?
"Onu [cinayet işleyeni] bu topraklarda barındırmayın, yoksa başınıza gelen felakete bir çare bulamazsınız."
Acaba, bu topraklar, bu toplum, bu kent de öyküdeki gibi bir yıkıma uğrayacak mı?
Vebanın sardığı bir başka kenti, Oran'ı anlatırken Camus, bir kenti tanımanın en bildik yollarından birinin orada yaşayanların nasıl öldüklerine bakmak olduğunu söylemişti. Bu topraklarda insanlar nasıl ölüyor? Yaşamasız, genç; ne bir kanat çırpışı ne de bir yaprak hışırtısını duymadan, güvercinsiz, ağaçsız ve bahçesiz, çirkinlik içinde; sıkışmış, hapsolmuş, kanatlarını açıp uzaklara uçamadan; çok para kazanmaya çalışırken; rastgele, öylesine, kazada, kazaen. Thebliler, Oranlılar gibi.
Belki fark etmeden o yıkımın ve felaketin içinde yaşıyoruz, onun içinde ölüyoruz.
Suçu tanımadıkça ve bilinçdışı suçluluğu analiz etmedikçe yıkmaya, yıkarken yıkılmaya, yıkıma bulaşmaya, yaşamasız ölmeye devam edeceğiz.
Bir gün suçu, suçluluğu ve utancı üstlenebilirsek, sorumlulukla analiz edebilirsek hakkıyla ve layıkıyla yaşayabileceğiz. O gün, Oedipus'un ancak suçunu tanıdığında, kefaretini yüklendiğinde, yani oyunun sonunda, kendi trajedisinin başladığı yere, unuttuğu zamana, derindeki acısına ve kaybına temas etmesi gibi belki biz de kendi içimizdeki bir başka bastırılana, bilmediğimiz yitiğimize dokunacağız.
Oedipus: Artık Kitharon’da dağ başlarında yaşayacağım. Orası da benim yurdum sayılır. Gerçi bütün bildiğim, bebekken oraya ölüme gönderildiğim.
Belki o zaman (bizim de) öykümüzün Kitharon'da başladığını göreceğiz. Yaslanacağız.
İlker Özyıldırım
İçindekiler
- sunuş - Talat Parman
- önsöz - İlker Özyıldırım
- “notlar ve kısa parçalar”dan travma üzerine seçme bölümler [1930–32] - Sandor Ferenczi / çevirenler: Barış Özgen Şensoy, Hande Dündar Özyıldırım
- bireysel ve toplumsal travmayı psikanalitik bağlamda düşünürken bazı kavramlar üzerine: gerçeklikler ve sosyopsikolojik ilişkisel matris - İlker Özyıldırım
- bu kimin travması? muğlak bir kavrama yeni bir bakış - H. Shmuel Erlich / Çeviren: Pitey Gonca Özbay
- travma ve yaratıcılık - Talat Parman
- hiçten sonra: travmayla yaşamak - Pınar Padar
- var olmak, düşünmek, yaratmak: savaş çerçeveye saldırdığında ve aktarım taarruz ile yanıt verdiğinde... - Marie-Thérése Khair Badawi / çeviren: Lale Orhon Baykal
- yıkıcılığın libidinal ekonomisi - İshak Sayğılı
- “venedik taciri”nde travmalar, intikamlar ve kimlikler - Ali Algın Köşkdere
dosya ötesi
- hakikatin çarpıtılması olarak sapkınlık - Dimitris Jackson / çevirenler: Evrem Tilki, Evrim Erten
- ergenlikte anne ve baba katilliği üstüne - Franscois Marty / çeviren: Orçun Türkay
- ergenlikte rastlantı ve aşk ya da genital nesne seçiminde öngörülemez şeyler - Emmanuelle Caule / çeviren: Orçun Türkay
- talat parman’ın uluslararası psikanaliz birliği genel kurulundaki teşekkür konuşması - Talat Parman